Dünyaca ünlü psikolog Philip Zimbardo, 91 yaşında hayata veda etti.
#Zimbardo, 1971’de gerçekleştirdiği #StanfordHapishaneDeneyi ile bilimin yanı sıra toplumun geniş kesimlerinde de yankı uyandırmış, “insan doğasının karanlık yönlerini” anlamaya yönelik çalışmalarıyla tanınmıştı. Bu deney, sıradan bireylerin bir güce ve yetkiye sahip olduklarında nasıl zalimleşebileceğini, diğer bir deyişle “kötülüğün sıradanlığını” gözler önüne serdi.
Stanford Hapishane Deneyi’nde, bir grup öğrenci, bir hapishane simülasyonunda gardiyan ve mahkum rollerine atanarak gözlemlendi. Deneyin ilerleyen günlerinde gardiyan rollerini üstlenen öğrenciler, psikolojik baskı ve taciz uygulamaya başladılar. Mahkumlarsa bu acımasız tavırlara pasif bir şekilde uyum gösterdi. Bu deney, sadece altı gün sürdü; ancak insan doğası, #sosyalkimlik ve güç ilişkileri hakkında derin sorular doğurdu. Zimbardo, bu bulguları “içimizdeki şeytanların” nasıl uyandığını ve toplumsal rollerin birey üzerindeki dönüştürücü etkilerini analiz etmek için kullandı.
Zimbardo’nun çalışmaları, yalnızca bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde kötülüğün anlaşılmasına ışık tuttu. Sıradan insanlar, belirli bir sistemin veya otoritenin kural ve beklentilerine uyduklarında, vicdanları ve ahlaki değerleri bir kenara koyarak, bazen zalimce eylemlerde bulunabiliyorlar. Bu noktada, sürü psikolojisi devreye giriyor: Çoğunluğun yönlendirmesi, bireyin doğru ve yanlışı sorgulamaksızın itaat etmesine yol açıyor.
Zimbardo’nun felsefi çıkarımı, iyi ya da kötü olmanın yalnızca bireyin karakterine değil, içinde bulunduğu çevreye ve toplumsal rollere de bağlı olduğunu savunur. Bugün, toplumdaki pek çok olayı bu çerçevede ele alabiliriz.
Ne yazık ki Zimbardo’nun bulguları, bugünün dünyasında fazlasıyla geçerli. Türkiye’de yeni doğan çeteleri, kadın cinayetleri, terör olayları ve usulsüzlük vakaları, Zimbardo’nun bahsettiği “sistemin içerisinde sıradan insanların canavara dönüşebilmesi” gerçekliğini ortaya koyuyor. Bu olaylarda, bireylerin çevrelerindeki baskıcı veya yozlaşmış yapıların etkisiyle vicdanlarını bastırarak nasıl acımasız eylemler gerçekleştirebildiklerini görüyoruz.
Kadın ölümleri, toplumda yaygın olan cinsiyet rolleri ve toplumsal beklentiler çerçevesinde şekilleniyor. Toplum, bazı durumlarda mağdur kadınları suçlayarak dolaylı olarak suçluya cesaret veriyor. Aynı şekilde, terör eylemleri de bireylerin radikalleşerek kendi kimliklerini feda etmeleri sonucunda ortaya çıkıyor. Bireyin özerk düşünme yetisini kaybettiği, körü körüne bir ideolojiye bağlandığı bu olaylar, Stanford Hapishane Deneyinde gözlemlenen otoriteye boyun eğme refleksinin geniş bir yansıması.
Zimbardo’nun araştırması, sosyal normların ve kolektif davranışların insan ruhunda ne denli güçlü ve bazen yıkıcı etkiler yarattığını gösteriyor. Bu nedenle, toplum olarak yüzleşmemiz gereken en önemli konulardan biri, bireylerin etik değerlere ve vicdana sahip çıkmalarını sağlamak. Soru şu: Adalet ve insani değerler, yalnızca kurallar çerçevesinde mi yaşatılmalı, yoksa bireyler bu değerleri içselleştirerek mi eylemlerini yönlendirmeli?
Kötülüğün ve İyiliğin Arasında Kalan İnsan
Zimbardo’nun ölüm haberi, Stanford deneyinin geride bıraktığı soruları hatırlattı;bu sorular toplumun ve bireylerin zihninde yankılanmaya devam edecek. Vicdan, erdem ve kötülüğe karşı koyma gücü, ancak bireylerin içinde kökleştiğinde gerçek bir değişim sağlanabilir. Zimbardo’nun bize gösterdiği gibi, hepimizin içinde potansiyel bir “gardiyan” ve bir “mahkum” var. Hangisini seçtiğimiz, sadece bizim değil, içinde yaşadığımız toplumun da kaderini belirliyor.


Leave a Reply